Klondike, 19. yüzyılın sonu. Şarlo, maceraperestlerle birlikte karlı dağlarda altın bulma umuduyla yola çıkar. Şiddetli bir fırtınada terk edilmiş bir kulübeye sığınır ve burada iki altın avcısıyla daha karşılaşır. Şehre eli boş döndüğünde ise Georgia adında bir kadınla tanışmak ve aşık olacaktır.
Söylendiğine göre Bavyera Düşesi Elisabeth’in bel ölçüsü yıllar boyu yalnızca 45 cm olarak kalmış. Fakat Sisi olarak da bilinen Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth, yalnızca belini böyle ince özel yapım korseleri yüzünden değil, Viyana’daki sarayda kendine biçilen sessiz ve işlevsiz biblo rolü yüzünden de boğulmuş, nefessiz kalmış. Dünya prömiyerini 2022 Cannes’da Belirli Bir Bakış bölümünde yapan Korsaj, Elisabeth’in 40. doğum günü kutlamalarını dönüm noktası alarak sonunda zincirlerini kırmaya niyetlenen, bilgiye ve yaşama aç bir kadının isyanını gözler önüne seriyor. Kırılgan olduğu kadar öfkeli, narin ama dişli İmparatoriçe’yi kusursuz canlandıran Vicky Krieps, performansıyla Cannes’da ödül kazandı. Korsaj, Avusturya’nın Oscar adayı oldu. Yönetmen Marie Kreutzer’in yine baskı altındaki bir kadını merkezine alan Der Boden unter den Füssen / Kaygan Zemin filmi 2019’da İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti.
Hastalıklı ailesi, içine kapanık ve ihmal edilmiş kızları, Cait’i yazı geçirmesi için koruyucu ailesinin yanına gönderir. Cait alışık olmadığı ilgi sayesinde serpilirken, hayatını daha önce deneyimlemediği bir şekilde yaşamaya başlar. Bu huzurlu evde, hiç beklemediği bir sır keşfedecektir. İrlanda tarafından 2022 Oscar adayı gösterilerek En İyi Uluslararası Film adayı olan film; Berlin Film Festivali’nin yanında, Sydney ve Dublin Film Festivalleri’nde de adaylık ve ödüllere layık görüldü.
Chicago, 1968. ABD’de karmaşa, değişim ve hüzün rüzgârları esiyor; ev kadını Joy için ise bir dönüm noktası yaklaşıyor. İkinci hamileliğinin sağlığını tehdit ettiği ortaya çıkınca Joy tamamı erkeklerden oluşan sağlık kurulundan hamileliğini sonlandırma iznini alamıyor. En umutsuz anında, kendi gibi çaresiz kadınlara gizlice yardımcı olan, kendilerine Jane’ler adını veren bir grup kadın imdadına yetişiyor. Joy, hayatını kurtaran bu örgüte katılarak başka kadınların da kendi kararlarını almalarına yardımcı olmaya karar veriyor. ABD’de Yüksek Mahkeme’nin Roe vs Wade kararını aldığı 1973’e kadar etkinlik gösteren Jane Kolektifi’nin gerçek öyküsünden esinlenen Acil Durumda Jane’i Ara, 2022 Sundance Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapmasının ardından Berlin’de de ana yarışmada yer aldı. Filmin yönetmeni Phyllis Nagy, senaryosunu yazdığı Carol (2015) ile hem Oscar hem BAFTA’larda en iyi senaryo ödülüne aday gösterilmişti.
2022 Sundance Film Festivali’nde açılışını yapan filmde başrolü iki Oscar ödüllü Emma Thompson ile Peaky Blinders’da rol alan Daryl McCormack paylaşıyor.
Nancy Stokes hayatında maceraya, temasa ve cinselliğe ihtiyaç duyan, emekli, dul bir öğretmendir. Eski eşi Robert ona güzel bir ev ve aile sağlamış olsa da hiçbir zaman iyi bir seks hayatları olmamıştır. Robert artık hayatta olmadığı için Nancy daha önce keşfedemediği cinselliğini farklı bir şekilde tekrar deneyimlemek için bir plan yapar. Şehir dışında isimsiz bir otelde Leo Grande ile buluştuğunda, Leo fotoğraftakinden bile iyi görünüyordur. Üstelik Nancy, aralarında gelişecek sohbetten etkilenmeyi de hiç beklememiştir. Artan özgüveni sayesinde Nancy rahatlamaya başlar. Üç randevu boyunca, güç dinamikleri değişir ve maskeleri kalkmaya başlar.
Tanınmış yazar Marianne Winckler, Fransa’da sosyal adaletsizlik ve gelecek kaygısıyla ilgili bir kitap yazacaktır. Araştırması için, gerçek kimliğini ifşa etmeden, Fransa’nın kuzeyine gider ve temizlik işçiliği yapan kadınlara katılır, böylece sosyal görünmezlik ve geçim kaygısını şahsen deneyimleyecektir. Koşulların ağırlığıyla kadınlar arasında dayanışma ruhu güçlüdür; ancak gerçek ortaya çıkınca güvenleri sarsılacak mıdır? Cannes’da Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünün açılışında gösterilen Ayrı Dünyalar, Fransız gazeteci Florence Aubenas’nın kimliğini gizleyerek çalıştığı günleri ve gözlemleri anlattığı kitabı Le Quai de Ouistreham‘dan esinlenilerek sinemaya aktarıldı. Başroldeki Juliette Binoche ve ona eşlik eden amatör kadın oyuncu kadrosu ise tek kelimeyle şahane.
“SMS oylaması devam ediyor. Sizce Meryem Komijani affedilmeyi hak ediyor mu? Evet için 1, hayır için 2 yazıp gönderin.”
Işıklar ve kamera yerli yerinde, sunucu hızlıca notlarını gözden geçiriyor, giriş jeneriği için son 5-4-3-2-1 ve yılın en uzun gecesi Yelda özel canlı yayını başlıyor. Stüdyonun bu geceki konuğu idam mahkumu Meryem ve ona ablası gibi gördüğü Mona eşlik ediyor. Meryem, Mona’nın babasıyla muta nikahıyla evlenmiş ve şimdi karşısında ise babasının katili olarak duruyor. Kameraların ve izleyen milyonların karşısında Meryem, yaşamını bağışlaması için Mona’ya yalvarmak zorunda. İran’da gerçek bir televizyon programını konu alan YELDA: EN UZUN GECE, 2020 Sundance Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü kazandı, Berlin Film Festivali’nde Kristal Ayı için yarıştı ve Antalya Film Festivali’nde ise En İyi Yönetmen ödülüne layık görüldü.
Border’ın çok konuşulan yönetmeni, kışkırtıcı ve karanlık bir gerilim filmiyle geri dönüyor.
Kutsal Örümcek, İran’ın kutsal şehri Meşhed’i ahlaksız ve yozlaşmış sokak fahişelerinden “temizlemek” için kendi dini arayışına girişen aile babası Saeed’i takip eder. Birkaç kadını öldürdükten sonra, ilahi görevinde halkın ilgisinin eksikliği konusunda giderek daha umutsuz hale gelir. Bu sırada bir kadın gazeteci Meşhed’in karanlık sokaklarında kendisine Örümcek Katili diyen bu seri katilin peşine düşer.
Cannes Film Festivali’nde “Belirli Bir Bakış” bölümünde açılış yapan film, günlük yaşamda fark etmeden yapılan bazı sıradan şeylerin, kültürel, dini ve kurumsal kısıtlamalar nedeniyle nasıl sorun haline geldiğini izlerken, insanların bunların üstesinden nasıl geldiğini de gösteriyor.
Simin, kocası Nader ve kızı Termeh’le birlikte İran’ı terk etmek istemektedir. Nazer’in Alzheimer hastası babasını bırakmayı reddetmesi üzerine boşanma davası açan Simin, dava talebi reddedilince babasının evine gider. Termeh ise babasıyla kalmayı tercih eder.
2012 yılında hem Oscar, hem de Altın Küre’de En İyi Yabancı Film Ödülü’nü alan, birçok “Tüm Zamanların En İyi”leri listesine girmiş Ashgar Farhadi filmi.
Panah Panahi’nin yönetmenliğini yaptığı, 2021’de Cannes Film Festivalinde yarışan Yola Devam / Hit The Road bir yol hikayesini konu alıyor. Kaotik ve hassas bir aile aynı kendi aralarındaki ilişkiler gibi engebeli bir arazide yola çıkar. Yolculuk boyunca hasta köpekleri için endişelenirken, bir yandan birbirlerinin sinirlerini bozarlar. Tek sessiz kalan ailenin en büyük gizemli erkek çocuğudur.
Usta yönetmen David Cronenberg, Crimes of the Future / Müstakbel Suçlar’ın (2022) ardından çektiği bu yeni filminde paranoya fikriyle uğraşıyor. Cannes’da ana yarışma kapsamında prömiyerini yapan, bolca hüzün yüklü Kefenler, tanınmış işadamı Karsh’ı izliyor. Karısının ölümünden beri bir türlü teselli bulamayan Karsh, devrim niteliğinde ve tartışmalı bir teknoloji olan GraveTech’i icat eder. Bu teknoloji sayesinde geride kalanlar, kaybettiklerinin cesetlerini kefenleri içinde gözlemleyebileceklerdir. Bir gece, aralarında Karsh’ın eşininkinin de bulunduğu birçok mezar tahrip edilir. Karsh bu eylemin faillerinin izini sürmek için yola koyulur, ancak daha büyük, daha sinsi bir komplonun şüphesi de içini kemirmektedir. Bu filmin yapımında 43 yıllık eşini kaybettiğinde yaşadıklarından kısmen esinlenen Cronenberg, “keder sonsuzdur” diyor.
Orta yaşlı Hakkı, ailesiyle birlikte tarihi bir Ege köyünde yaşamaktadır. Yakınlardaki antik kentin önünde heykelcikler satarak ve yerel turlara rehberlik ederek geçimlerini sağlar. Turistik ilginin artmasıyla birlikte bölgede iş fırsatları da artar; ancak Hakkı bu trendi yakalayamaz.
Bir gün bahçesinde tesadüfen bulduğu tarihi bir eseri bir araba fiyatına satar, daha sonra ise eserin gerçek değerinin yüz kat fazla olduğunu öğrenir. Daha fazla değerli eşya bulma umuduyla ve büyük bir hırsla bahçesinde tüneller kazmaya başlar ama hiçbir şey elde edemez. Saplantılı hali deliliğe dönüşür. Çok sevdiği aile yaşamını feda ederek, hem kendisi hem de ailesi için karanlık bir yolculuğa çıkar.
“Kurmaca değil. Belgesel değil. Bu bir uyarı.” Chris Marker’ın La Jetée’sinden esinlenen Asif Kapadia, 2073’ü kıyametvari bir gelecekten gelen bir uyarı olarak tasarladı. Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan 2073, küresel felaketler ve adaletsizliklere dair sert ve sarsıcı gerçek görüntüler, gerçek röportajlar ve fütüristik kurmaca sahnelerden oluşuyor. Yakın geçmişimizi ve güncel olayları irdeleyen, 11 Eylül ve 2008 mali krizinden faşizmin yükselişine, yaygın gözetimin tehlikelerine, Silikon Vadisi teknoloji şirketlerinin aşırı zenginlik ve gücüne değinen bu çarpıcı film, dünyanın hem ateşler içinde hem de sular altında kaldığı bir geleceği hayal ediyor. 2073 gerçek bir bilimkurgu.
Nimet, yaşadığı trajik bir çocuk kaybının ardından İstanbul’un muhafazakar mahallelerinden birinde sıkışıp kalırken, ömrünü birlikte geçirdiği küçük kardeşi Öznur da aile içindeki bambaşka bir sırrı taşımakta ve kendi mücadelesini vermektedir.
Kedi, yalnız bir hayvandır. Evi büyük bir sel tarafından yerle bir edilince, çeşitli hayvan türlerinin yaşadığı bir teknede sığınak bulur ve farklılıklarına rağmen onlarla işbirliği yapmak zorunda kalır.
Çok bilinmeyen, genelde yer altı camiasının tanıdığı bir müzisyen olan Adam, yaşadığı toplumun ve insanlığın aldığı halden dolayı depresif ve çok mutsuz haldedir. Onu hayata bağlayan Eve adındaki sevgilisi ile olan aşkları ise yüzyıllardır sürmektedir; zira Adam ve Eve aşkları hiç tükenmeyen iki vampirdir! Fakat bu ölümsüz ve uzun soluklu aşk Eve’in küçük kız kardeşi Ava tarafından sekteye uğrayacaktır.
“Relatos Salvajes” (Asabiyim Ben), öfkenin ve adaletin sınırlarını zorlayan altı hikâyeden oluşan bir patlama… Bir uçakta, yolcuların tesadüfi bir şekilde aynı adamla bağlantılı olduğunu keşfetmesiyle başlayan gerilim, intikamın en uç noktasına varır. Küçük bir lokantada, geçmişin acıları zehirli bir tabakta sunulurken, otoyolda hız ve kibir ölümcül bir dansa dönüşür. Bir adam, sistemin acımasız düzenine karşı “Bombita” lakabıyla modern bir halk kahramanına evrilirken, bir başka baba, paranın her şeyi satın alabileceğini zanneder ama beklenmedik bir adalet onu köşeye sıkıştırır. Son perde ise bir düğünde açılır; ihanetle sarsılan bir gelin, öfkesini ve tutkusunu aynı anda serbest bırakır, düğün masası bir savaş alanına dönüşür. İnsan doğasının en ilkel dürtüleriyle yüzleştiği bu çılgın hikâyelerde, mizah ve trajedi el ele dans eder.
Metin 30’lu yaşlarında hayatını TV’lere skeç yazarak kazanan bir adamdır. Yazdığı senaryoları reddedilen bir gün gittiği barda, hayatını tümüyle değiştiren Duygu’yla tanışır. Duygu ve Metin bir masala başlarlar ama sonu başından belli bir masaldır bu.
BBC’nin hit TV dizisi Fleabag’e ilham veren Phoebe Waller-Bridge’in yazıp canlandırdığı ödüllü oyun Fleabag 2019’da Londra West End’de sahnelenmesinin ardından National Theatre Live ile beyaz perdeye taşınıyor. Waller-Bridge’in tek kişilik gösterisi Fleabag, kendine özgü şekilde yaşayan bir kadının iç dünyasına bir bakış sunuyor. Fleabag seks takıntılı, filtresiz ve bencil görünebilir, ancak bu buzdağının sadece görünen kısmını oluşturuyor. Aile ve arkadaşlık ilişkilerinde yaşadığı sıkıntıların yanı sıra işlettiği kafeyi ayakta tutmaya çalışan Fleabag, bir anda kendini kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış olarak bulacaktır.
Aniden geliveren mutluluk taptaze, ışıltılı bir ikinci bahar getirebilir, üstelik bunun yaşla hiç ilgisi yoktur. Yetmiş yaşındaki Mahin, kocası öldüğünden, kızı da Avrupa’ya gittiğinden beri Tahran’da tek başına yaşamaktadır. Bir öğleden sonra çay içmeye çıkınca yalnızlık rutini kırılır ve aşk hayatı yeniden canlanır. Bu film, Beyaz İneğin Türküsü’nün ardından Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nın birlikte yönettikleri ikinci uzun metrajlı film. En Sevdiğim Pastam, prömiyerini Şubat ayında Altın Ayı için yarıştığı Berlin Film Festivali’nde yaptı ancak yönetmenler seyahat yasağı ve cezai suçlamalar nedeniyle festivale katılamadılar. Aynı anda hem trajik hem iç açıcı hem de komik olabilen film, The Guardian’a göre “harika bir biçimde tatlı ve komik,” The Hollywood Reporter’a göreyse“hayattan leziz bir dilim.”
Cannes’da çok beğenilen ve çokça konuşulan, eleştirmenlerce “Birinci sınıf bir başyapıt… Bu yıl prömiyerini yapan en kusursuz eser.” sözleriyle övülen film 18. yüzyılda, bir ressamın modeliyle aşkını anlatıyor. Ressam Marianne’a, manastırdan henüz çıkan ve evlenmek üzere olan genç Héloïse’in portresi sipariş edilir. Ancak Marianne, bu portreyi Héloïse’dan habersiz çizmelidir. Bu kısıtlamanın önüne geçmek için Marianne, gönülsüz gelin adayı Héloïse’ı önce gözlemler sonra da onunla yakınlaşır. Yüzyıllar boyu gözardı edilen ve yapıtları unutulan kadın ressamlardan esinlenen yönetmen Céline Sciamma’yı yönettiği Tomboy ve senaryosunu yazdığı Kabakçığın Hayatı ile tanıyoruz.
*16 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. Cinsellik ve olumsuz örnek oluşturabilecek unsurlar içerir.
Suriyeli Hamit, rejimin firari liderlerinin peşindeki gizli bir grubun parçasıdır. Görevi onu Fransa’ya, yüzleşmesi gerektiği işkencecisinin peşine düşürür. Ancak baskı, şüphe ve intikam hissi sağ duyusunu gölgelemişken, gerçekten emin olabilecek midir?
19 yaşındaki cesur ve hararetli Liane, annesi ve kız kardeşiyle Güney Fransa’da kuru güneşin altındaki Fréjus’ta yaşar. Güzelliğe ve “önemli biri” olmaya kafayı takar. Reality şovlarını, ihtiyaç duyduğu sevgiye erişeceği bir fırsat olarak görür. “Miracle Island” programı seçmelerine gittiğinde hayatı değişecektir.
Bir aile, banliyödeki yeni evlerine yerleştikten sonra burada yalnız olmadıklarını fark eder.
Hayatının aşkı Zoe’yi kaybetmenin acısıyla yas tutan Sal, anılara hapsolmuş bir hayat sürmektedir. Sal için endişelenen kız kardeşi Ebe, ölenlerin bilincini bir süreliğine geri getiren bir teknoloji olan Another End’i denemesini önerir. Sal, başka bir kadının bedeninde Zoe ile yeniden buluşur. Parçalanmış aşkları yeniden bütünleşir: birlikte hayatın, aşkın ve vedanın kısa ama yoğun anlarını paylaşırlar. Ancak program sona erdiğinde, Sal bırakmayı reddeder. Çaresizce, Zoe’yi, bedenini ödünç veren Ava’da aramaya başlar.
İstanbul’un yoksul bir semtinde kızı, damadı ve torunuyla birlikte yaşayan Sevim, uzun yıllardır Ayten adlı zengin bir kadının evinde gündelikçi olarak çalışmaktadır. Bir gün Ayten’in Kosovalı bakıcısı Lena, evde bir kaza geçirir ve bu olay taraflar arasında hukuksal boyutlara varan sorunları tetikler. Ayten ve oğlunun baskılarıyla Lena’yı ikna etmeye zorlanan Sevim, sınıfsal, ahlaki ve vicdani çelişkiler arasında sıkışıp kalacaktır.
Kedi, yalnız bir hayvandır. Evi büyük bir sel tarafından yerle bir edilince, çeşitli hayvan türlerinin yaşadığı bir teknede sığınak bulur ve farklılıklarına rağmen onlarla işbirliği yapmak zorunda kalır.
Hint sinemasının yükselen yıldızlarından Payal Kapadia’nın bu ilk kurmaca filmi, ülkesindeki toplumsal kırılmayı şiirsel bir duyarlılık ve güçlü bir görsel dille yansıtırken bir sevgi, arzu ve feminist özgürleşme öyküsü anlatıyor. Sarsılmaz politik damarıyla da dikkat çeken Aydınlık Hayallerimiz, Mumbai’nin canlı keşmekeşi fonunda iki genç hemşireyi ve yakın arkadaşlıklarını gözlemliyor. İki kadının birbirinde teselli ve güç bulmalarını izlerken, bir yandan da devasa kentin acımasız, vurdumduymaz, dur durak bilmez temposuna kapılıyoruz. Payal Kapadia, 2021 yılında A Night of Knowing Nothing / Hiçbir Şey Bilmediğimiz Bir Gece ile Cannes’da en iyi belgesel dalında Altın Göz ödülünü kazanmıştı.
13 yaşındaki Fidan, ülkenin en önemli lisesine gitmeye hak kazandığını öğrenir. Hayali gerçekleşmiş ama sevindirmemiş, yaşanan üzücü olayların gölgesinde kalmıştır. Yakın zaman önce vefat eden annesinin yokluğunda, hem olan biteni kavramakta zorlanan küçük kardeşini hem de büyük bir çöküş içinde olan babasını bırakıp İstanbul’a gitmek büyük bir karar haline gelir Fidan için. Sürüklendiği yol ayrımında seçeceği yön, onun geleceğini belirleyecektir.
Paul Schrader, Master Gardener / Usta Bahçıvan’ın (2022) ardından yönettiği yıldızlarla dolu yeni filminde yine manevi kurtuluş arayan bir adamın karanlık geçmişine ışık tutuyor. Schrader’ı American Gigolo’dan 44 yıl sonra Richard Gere ile yeniden bir araya getiren filmde Gere, hayatının son demlerini yaşayan belgeselci Leonard Fife’ı canlandırıyor. Ünlü olduğu kadar tartışmalı belgeselci Fife, eski öğrencilerinden birine son bir röportaj vererek hayatı hakkındaki tüm gerçekleri anlatmaya karar veriyor. Durumdan habersiz eşinin ve kameraların önünde filme alınan bu itirafnamede Fife, Vietnam savaşı sırasında askerden kaçarak ABD’den Kanada’ya gittiğini açıklıyor. Fife’ın gençliğini Jacob Elordi canlandırıyor. Parçalı anılardan ve farklı video formatlarından oluşan bir bulmaca olarak kurgulanan Oh, Canada, dünya prömiyerini Cannes’da ana yarışmada yaptı.